4 Eylül 2009 Cuma

Yaz bitti mi?

Eylul ayi geldi catti, Roma hala sicak, bazi restoranlar hala kapali ama sehir doldu, trafik geri dondu. Ben de geri dondum..

Yine korkunc sevimsiz bir Temmuz ve Agustos ayi ne mutlu ki geride kaldi. Restoranlarin bazilari hala kapali acik olanlarda ise hayat yok. Burda insanlar nasil egleniyor, naapiyor belli degil, buranin tek eglencesi restoranlarda yemek yemek yada aperatif almak sanki. Daha soyle yemekten sonra gidilecek, ickini yudumlarken dansedebilecegin, diskotekten hafif, bardan agir bir bir yer bulabilmis degiliz.
Is arkadaslarimla cikip yemek yedikten sonra yuruyus yapalim dedik dun, etrafta in cin top oynuyor, saat 22:30. Nerdeyse sokakta fisildasacaktik ahali uyanmasin yada rahatsiz etmeyelim diye. Ya da haftasonu yaptigimiz Piazza Navona ve Trastevere ziyaretleri .. Yemek ye, bir barda oturarak sohbet ederek ickini ic ve evine don seklinde sonuclandi. Dansedebilecegin diskotek tarzi yerler de 18 yas alti gururumuz genclerle dolu.. Mumkun mu gercekten soyle guzel ortamli hem dans edecegin, hem ickini icecegin, yorulunca dostlarinla iki laf edebilecegin yerlerin olmamasi italya'nin baskentinde?
Hadi ben yine cok yasamadim ogrenemedim desem, is arkadaslarim, ki iclerinde birkaci dogma buyume Roma'li, onlarinda bir onerisi olamiyor bu is sonrasi cikmalarimizda.. Insanlar ev is ev, yada ev is restoran ev seklinde yasiyor. Burda nasil eglenilir, nasil stres dagitilir bilen var mi??
Allahtan su ara konserler artti, onumuzde heyecanla bekledigim bir flamenko festivali bir de Ekim'de baslayacak olan Jazz festivali var. Bir de araya sikistirilmis bir Rossini haftasi.. Her 3u icinde biletlerim elbetteki hazir, sirada sadece beklemek var.
Jazz festivalinde benim bildigim 2 muhtesem isim, Diana Krall ve Richard Galliano, ikisini de sabirsizlikla bekliyorum. Flamenko festivali ise dans ve konser olarak ayrilmis yanilmiyorsam bir de work shoplar var. Ben simdiden dans gosterilerine biletlerimi aldim.
Agustos ayini da kapatmamiza ragmen Roma'nin yazini hala kapatabilmis degiliz, hava sicakligi (hissedilen) hala 36'larda, nemden bahsetmek bile istemiyorum.. Serin Iskocya tatilimizden donerken daha serin hayallerimiz vardi Roma icin. Oysa disari adim atilmiyor, ne gece ne gunduz, insan oturdugu yerde terliyor, uyku uyunmuyor, surekli bir bitkinlik, huzursuzluk hali.
Iskocya'ya gelirsek,
5 gun Edinburgh, 4 gun Glasgow tatilim bekledigim gibi muhtesem gecti. Dogasi ve insanlarina hayran kaldim. Sanirim dolastigim hic bir ulkede bu kadar sicak, yardimsever ve kibar insanlara rastlamamisimdir.
Edinburgh'da gittigim donemde uluslararasi sanat festivali olmasi, tarihi yapisi ve kalabalikligi sanirim sehri daha cok sevmemi sagladi. Glasgow daha cok Milano gibi, oldukca modern, cosmopolit, bana gore biraz da soguk.
Edinburgh'da 3 gunu sehre ayirdiktan sonra organize tur sirketlerinden biriyle 2 ayri gun iskocya golleri ve cevresini dolastim. Grayline tur sirketinden cok memnun kaldik, hem rehberimiz son derece bilgiliydi, hem otobusleri rahatti, hem de otelinden alip oteline birakan tek acenteydi. Turlardan birinde Inverness'e kadar ciktik otobusle. Aslinda turun amaci Ness golunde (Loch Ness) tekne turu ve otobusle cikarken de belli yerlerde durmak dinlenmek, fotograf cekmek vs idi. Tum tur 12 saat surdu, bunun abartisiz 8 saati otobus icinde. Cok yer gordum ama bir cogunu otobusun penceresinin arkasindan.
Loch Ness, canavariyla unlu olan bir gol, suyu oldukca karanlik,loch ness de zaten siyah gol demekmis, iskocya'nin havasida oldukca gri oldugundan aslinda oldukca kasvetli bir havasi var. Yerlileri bu arada bir kendini gosteren canavara cidden inaniyor galiba. Tekne turunu da pazarlarken canavar gorebilirsiniz diye pazarliyorlar. Tabi biz fotograflarda gorduklerinizden baska birsey gormedik, hatta o kadar hareketsiz bir geziydi ki onun yerine gol kenarinda turlamadigimiza uzulduk.
Loch Ness gezisinin disinda bir de Rosslyn Chapel gezisine ciktik, bu gezi daha dar bir alanda, daha uzun molalar vererek gecti ve icimize sindi.
Edinburgh'da bakinca aslinda cok da fazla fotograf cekmemisiz, gezilecek baslica yerler, Edinburgh kalesi, National Museum (Avrupa'daki digerleriyle karsilastirinca muze olarak oldukca fakir kaliyor aslinda), bizim bagdat caddesi gibi tasvir edilen, 1 senedir tam ortasindan gecen tramvay calismalari sebebiyle yurunemez hale gelen Princess street ve arkasindaki Rose Street & George street alisveris ve dukkanlar acisindan oldukca zengin. Bunun disinda Kale cevresindeki Royal Mile bolgesi de gormeye deger. Grassmarket dedikleri buyuk meydan ve cevresi ise bana gore oldukca vasat.
Yine kalenin altinda kalan parklar ise sakin yuruyusler icin mukemmel.
Restoranlara gelirsek, bizim en cok begendigimiz eski bir sato'dan bozma the Witchery oldu. http://www.thewitchery.com/. Servis ve ortam cok basarili, deniz urunu sevenlere tam bir cennet. Onun disinda biz genelde yerel Pub ve restoranlarda yedik, Mussel Inn diye bir restoranlar zinciri var, sirf deniz urunu calisiyorlar, midye, karides, tarak vs yemek icin basarili ama ben kazara makarna denedim, birinci cataldan sonra butun tabagi geri yolladim.
Edinburgh'dan sonra Glasgow'a gectik.

Hiç yorum yok: